Kalkınmada bireyin rolünün ne olduğu ve ne derece önemli olduğunu belirlemede kullanılan modernleşme ifadesi, esasen üretim faktörlerinin nasıl elde edileceği ve bu faktörlerin üretimi artırmak için nasıl kullanılacağı / konumlanacağı düşüncesiyle geliştirilmiştir.
Modernleşme, Marx’ın toplumun ekonomik gelişim süreci içerisinde değişime uğrayarak ilkel toplum seviyesinden komünist toplum seviyesine geçip gelişimini tamamlama süreci tanımıyla da ifade edilebilir. Toplumların yeni bir bilinçsel uyanışla değişim sürecine girmesi, demografik faktörlerin oluşturduğu baskılar ve bu baskılardan kurtulmak için dayanışma, iş bölümü ve uzmanlaşma üzerine kurulu olan bir toplumsal modele geçmesi ile başlamıştır.
Durkheim’e göre bu değişimin temelinde toplumlardaki demografik yoğunlaşmalar ve buna cevap olarak verilen sosyokültürel cevaplar olmuştur.Toplumsal bilinç, rasyonel düşünce gibi süreçlerin ilk evrimi olarak tanımlanan avcı ve toplayıcı toplumundan yerleşik tarım toplumuna geçiş süreci bir ilerlemecilik ve değişim sürecidir aslında. Avrupa’nın modernleşme sürecinde ise toplum, üretim ve demografik baskılara akılcı ve rasyonel bir tepki vererek iş bölümü ve uzmanlaşma süreçlerini değişimin ve ilerlemenin temel mekanizması olarak işletmeyi başarmışlardır.
Dördüncü demografik devrim olarak tanımlanan, yoğun bir şekilde toplumsal yapının dönüşümünü ve yeniliklerin kuramsallaşmasını sağlayıp 17. ve 18 yüzyıllarda ‘’modern dönem’’ in kapılarını açan yenilik(inovasyon)/ sanayi dönüşümünü gerçekleştirmiştir. Marx’a göre topluma sanayileşme (dolayısıyla teknolojik üretim) girdiği zaman modernleşme kendiliğinden gerçekleşmektedir. Bu yaklaşımda her yeni yatırımın yenilikler ve bilgi sağladığı düşünülmektedir. Fiziksel sermayeye yapılan her yeni yatırım, üretimin artmasına neden olduğu gibi insan sermayesinin de artmasını/gelişmesini sağlamıştır. İşgücünün daha fazla sermaye ile çalışması, bilgi ve becerilerini arttırmış ve bu ilerleyiş yenilik ve dönüşüm sürecinin tetikleyicisi olmuştur.
Demografik değişimler yoğun bir biçimde toplumsal yapının dönüşümünü ve yeniliklerin kurumsallaşmasını sağlayarak içinde yaşadığımız modern toplumu ortaya çıkarmıştır.Toplumların gelişimi ve ilerleme geçiş sürecinin dinamizmini oluşturan değişim ve gelişim isteği, yeniliğin sosyolojik kökenlerini oluşturmuştur.Yenilik kavramı sosyal olarak, rasyonel düşünen , iş bölümü ve uzmanlaşmaya önem veren, değişimi gelişimin vazgeçilmez bir tetikleyicisi olarak gören, değişen dünya şartlarına hızlı ve akılcı pratikler geliştiren bir kavram olarak Avrupa’nın modernleşme sürecinde temellerinin atıldığı kabul edilmektedir.